top of page

Türkiye'deki Ekonomik Krizlerin Politik Ekonomisi

Politik ekonomi, ekonomik olayları sadece sayılarla değil; güç, çıkar, sınıf, devlet, kurumlar ve ideoloji gibi siyasal faktörlerle birlikte anlamaya çalışan bir yaklaşımdır. 


O halde size sormak isterim; Türkiye’deki ekonomik krizler sadece rakamlarla mı alakalı?


Bir sabah uyandığınızda dolar bir gecede iki katına çıkmış. Maaşınız aynı kalmış ama ekmek artık iki kat pahalı. Bu tablo bize yalnızca ekonomide bir bozulma mı gösterir, yoksa siyasette de bir şeylerin ters gittiğini mi?


Türkiye'nin yaşadığı krizlere sadece ekonomik dalgalanmalar olarak bakmak, yaşananları eksik ve yüzeysel okumaktır. Çünkü bu krizler, çoğu zaman siyasal tercihlerle yakından ilgilidir. Devletin kimden yana durduğunu, hangi sınıfları koruyup hangilerini gözden çıkardığını bu krizlerin yapısında açıkça görebiliriz.


2001 Krizi: Ekonomi Çöktü, Sistem Değişti


2001, Türkiye tarihinin en derin krizlerinden biri. Ama bu kriz sadece “ekonomi kötüydü” diye olmadı. Türkiye, o sırada IMF destekli “Enflasyonu Düşürme Programı”nı uyguluyordu. Ancak programın maliyeti büyüktü; sıkı para politikalarıyla kamu harcamaları daraltılıyor, faizler yüksek tutuluyor, kamu bankaları yapılandırılıyordu. 19 Şubat 2001’de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit’in Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yaşadığı sert tartışma kamuoyuna yansıdı. Bu küçük kıvılcım büyük bir yangına dönüştü. Piyasalar paniğe kapıldı. Borsa çöktü. Faizler %700'e çıktı. Dolar bir gecede 600 bin TL'den 1 milyon TL’ye yükseldi. Türk Lirası devalüe edildi ve serbest dalgalanmaya bırakıldı.


Kriz derinleşti ; Binlerce şirket iflas etti,1 milyondan fazla kişi işsiz kaldı ve Sosyal güvenlik sistemi çöktü Ama yine de asıl kırılma, siyasette oldu. 2002 seçimlerinde seçmen, tüm partileri sildi. Yeni bir aktör (AKP) iktidara geldi. Yani bu kriz sadece ekonomik değil, politik ve sistemsel bir dönüşümün de kapısını açtı.


2008 Krizi: "Teğet Geçti" Söylemi Altında Sessiz Yoksullaşma


2008 küresel finans krizi, ABD’de mortgage (konut kredisi) piyasasından çıktı. Türkiye’ye doğrudan bir bankacılık çöküşü olarak yansımadı. Ancak bu, bir kriz yaşanmadığı anlamına gelmez. AKP iktidarı bu dönemde, 2001 sonrası gelen IMF reformlarını büyük ölçüde sürdürüyordu. Mali disiplin korunuyordu. Türkiye’ye sıcak para giriyordu. Büyüme modelinin temelinde iç tüketim ve inşaat vardı. Ancak krizle birlikte sıcak para akışı yavaşladı ve dış ticaret daraldı.

“Teğet geçti” denildi ama: işsizlik %14lere kadar yükseldi, genç işsizlik rekor kırdı, Küçük üretici ve esnaf borçla yaşamaya mahkûm oldu ve Devlet, sosyal politikalar yerine büyük sermaye projelerini önceledi. Baktığımız zaman Kriz büyümeyi durdurmadı ama yoksulluğu kalıcılaştırdı.


Bu dönemde görüyoruz ki, neoliberal politikaların otoriter biçimde kurumsallaştığı bir kırılma yaşandı. örneğin ;2008 sonrası, küresel sermaye Türkiye gibi ülkelere tekrar yöneldiğinde, hükümet bunu “büyüme fırsatı” olarak değerlendirdi. Ancak bu büyüme, sanayi yatırımları ya da verimlilik artışıyla değil, tüketimi artırmak için halkı borçlandırmak yoluyla sağlandı. Devlet, borçla yaşayan bir toplumun üstünü inşa etti. Sermaye büyürken, halk daha derin bir borç ve güvencesizlik sarmalına girdi. Bu süreç, “kredi ile daha iyi yaşarsın” fikrini normalleştirdi. Tüketim kültürü, politik bir sessizlikle el ele gitti.


2018 Krizi: Kurumsal Akıl Biterken, “Yeni Rejim Ekonomisi” Başladı



2018 krizi, ekonomik olduğu kadar sistemsel ve ideolojik bir kırılmaydı. 2017 Referandumu ile Türkiye, parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçti. Bu dönüşüm, yalnızca yönetim şeklini değil, ekonomik karar alma mekanizmalarını da kökten değiştirdi. Mesela ; Merkez Bankası’nın bağımsızlığı fiilen sona erdi ,Faiz politikaları “nas” yani faiz karşıtı ekonomik yaklaşım temellinde ilerledi.

Ekonomi, kurumsal akıldan uzaklaşıp şahsi tercihlerle yönetilmeye başladı. Bunların yanı sıra Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanı olması, piyasalarda büyük güvensizlik yarattı. Sermaye kaçışı hızlandı, döviz kuru patladı. Dolar 7 TL’yi geçti. Enflasyon kontrolden çıktı.


Halkın yaşadığı sorunlar ise şu şekildeydi; Maaşlar enflasyona yenildi, Gıda ve kira harcamaları asgari ücretin büyük kısmını yuttu, Orta sınıf küçüldü, emekçi kesimler derin yoksulluğa itildi.


Devlet, bu süreci "dış güçlerin ekonomik saldırısı" olarak lanse etti. Oysa asıl mesele içerideydi. Karar alma süreçleri merkezileşmiş, denetimsizlik kurumsallaşmıştı.


Bu kriz, artık Türkiye’de rasyonel ekonomik yönetimin sona erdiği bir dönemin habercisiydi.




Rakamlar Değil, Tercihler Kriz Yaratır


Türkiye’de krizler teknik değil, siyasal tercihlerle derinleşen olaylardır. Ekonomide yaşanan her sarsıntı, aslında devletin kimin yanında durduğunu da ortaya koyar. 


2001 krizinde sistem çöktü, yerine yenisi kuruldu


2008 krizinde, sessizce halka fatura edildi.


2018’de sistem değişti, ekonomi merkezden tek elde yönetilmeye başlandı.


Her kriz, sermaye lehine yeni bir düzen kurdu. Her seferinde bedeli emekçiler, gençler ve yoksullar ödedi. Politik ekonomi bize şunu öğretir: Krizleri anlamak için sadece vergi, faiz, kur verilerine değil; iktidarın kimden yana olduğuna bakmak gerekir.

Kaynakça: Hülagü, F. (2019, Aralık). Misafir editörden – Finansal krizin ardından devlet, sermaye ve sınıflar [Guest editor’s introduction]. Alternatif Politika, (Özel Sayı), i–xiv. Akyazı, H. (2010, 27 Kasım). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) önemsizmeyen bağımsızlığı [The disregarded independence of Turkey’s central bank]. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 22(2), 81–99.  Akyazı, H. (2010). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) önemsizmeyen bağımsızlığı [The disregarded independence of Turkey’s central bank]. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 22(2), 81–99. Erişim adresi DergiPark.

 
 
 

Comments


bottom of page